ANDROMEDA TEMASLARI (3)
P: LYA, nasıl oluyor da beni hep beklenmedik yerlerde buluyorsunuz?
L: Oldukça kolay, profesör. Size daha önce de, yayınladığınız enerjinin, başkalarınınkinden farklı olduğunu söylemiştim. Herkesin yayınladığı enerji, elindeki çizgiler kadar, başkalarınınkinden farklıdır.
P: LYA, niçin ortaya çıkıp, dünya halklarıyla doğrudan doğruya kendiniz konuşmuyorsunuz? Örneğin, televizyon ile bunu yapabilirsiniz.
L: İnanmazlar, profesör: Görünüşümüz sizinkine çok benziyor. Bizim genetik kodumuz, uzun yıllar yaşamamız dışında, sizinkiyle aynı. Sizin DNA’nız dejenere oluyor ve sağlıklı hücreler üretmeyi durduruyor. Yine de kimyasal açıdan, aramızda fazla bir fark yok. Ancak, biz organlarımızı tam anlamıyla kontrol edebiliriz. Bizim DNA’mız, hücrelerimizin ilerlemesini durdurmak şöyle dursun, onları sakinleştirici ve ileri yaşlara varmalarını kolaylaştırıcı etkiler yapar. Bunu size daha öncede açıkladım; çünkü, atalarınız da aynı mekanizmaya sahiptiler. Neyse...Pleiades’ten gelen varlıklarla bağlantı kurmuş, Billy Meier adlı birini tanıyorum. Gemilerinin fotoğrafını çekmesine ve filme almasına izin vermişlerdi. Hatta, gemilerinin yapıldığı metalin bir örneğini ona vermişlerdi. Bu, kendi kendini onaran türde bir metaldi. Sizin hücrelerinize benzer; ancak, kimyasal-minerolojik bir yapısı vardı. P: Sonra ne oldu?
L: Önce, hiç kimse ona inanmadı. Ancak, kendisine verilen metal örneğini göstermeyi teklif ettiğinde, işler değişti. Hakkında araştırma yapıldı. Defalarca, uzun uzun sorguya çekildi, yalancılıkla suçlandı. Bilim adamları bile, onu kuşkuyla karşıladı. Bu kez dünya dışı varlıklar, tıpkı Billy’e yaptıkları gibi, bir Rus’a da örnekler verdiler. Bu Rus’un sorgulamalarının ardından öldüğü açıklandı. Billy olayında, ben de gözlemci olarak bu görüşmeler hakkında bilgi sahibiydim. Yani kısacası, sizin önerdiğiniz gibi; açıkça ortaya çıkıp, dünya halklarına görünmenin de yararı olmamaktadır.
(Başka bir görüşmelerinde, LYA ve Prof. Hernandez arasında şöyle bir diyalog geçmişti.):
L: Dünyanızda oluşan atmosferik olayların, uzaydan geldiğini biliyorsunuz. Sayısız iklim değişiklikleri, orada başlar. Bunlar, aslında büyük olayların sonuçlarıdır. Bu olayların bazıları doğal, bazıları da yapaydır. Uzay birçok sürprize gebedir. Buraya ilk geldiğimizde (LYA’nın uygarlığı), takvimleriniz 1249 yılını gösteriyordu. O yıllarda gezegeniniz şimdikinden çok farklıydı. Bizler, geminin mürettebatı olarak, dünyalıların silahlarının ilkelliğine çok şaşmıştık...
P: Ya şimdi, yolculuğunuzun amacı sadece inceleme yapmak mı?
L: Tam öyle olduğu söylenemez. Nedenini ve ne olduğunu daha sonra öğreneceksiniz. Bu zaman süresinde, birçok ziyarette bulunduk; her 20 yılda bir, en az bir kez geliyorduk. İklim değişikliklerinin, dünyalıların davranış şekillerini çok etkilediğini farkettik. Gezegeniniz, Samanyolu olarak adlandırdığınız grupta bulunuyor ve oldukça kararsız bir durumu var. Bu küçücük dünyada çok çeşitli iklimler var. Bunun nedeni de, güneş sisteminizdeki değişiklikler. Bu değişiklikleri inceleyerek analiz ettiğimizde, uzayın sürprizleriyle karşılaştık. Kozmik bulutlar, ya da bizim verdiğimiz ad ile ‘aralıklı radyoaktif bulutlar’a çok sık rastlanıyordu; hemen her adımda bunlarla karşılaşıyorduk. Bu bulutları insan gözü göremez; ancak bizim alıcılarımız onların yerlerini saptar ve biz de onlardan kaçarız. Uzayda yolumuzu çizmek için özel alıcılar kullanırız. Onlardan kendimizi korumak için, bir bölmede bulunan ve ana bileşim maddesi çok yüksek yoğunlukta oksijen olan bir nötralleştiriciyi uzaya salarız, olur biter... ama bu bulutlar sizin ve dünyanız için zararlıdır: Radyo dalgalarında değişikliğe, elektrik ve hava akımlarında bozukluğa ve enerji dalga boylarını değiştirerek, karışıklığa neden olur. Ama en büyük zararı beyin nöronlarınızadır...P: Bulutlar nereden geliyor?
L: Bu bulutların kaynakları çeşitlidir; ayrıca, değişik kimyasal bileşim maddelerine, gazlara sahiptirler ve çoğu kez, gazlar arasındaki füzyon olayından dolayı daha da değişirler. Az oranda bulunmalarının zararı yoktur ama yüksek oranda çok tehlikeli olurlar. Bilim adamlarınız, nükleer denemeler yapmak için çok kötü bir zaman seçtiler; çünkü, atomun açığa çıkan enerjisi, bu bulutları bir mıknatıs gibi çeker, böylece dünyanın çevresini sarar ve stratosfere yapışırlar. Bazen de, dünyanın çevresinde, saydam halkalar halinde yörüngede döner dururlar. 1220-1300 yılları arasında bu bulutlar stratosferde, kendilerine bir destek bulamayıp, o zamanlar atmosferinizde bulunan yüksek orandaki oksijen tarafından uzaklaştırılıyorlardı. Bugün, kimyasal ve nükleer silahlarınız öyle çoğaldı ki, artık; bulutları, dünya çevresinden uzaklaştırmamız çok güç. Bu gazları oluşturan bazı maddeler çok patlayıcıdır. Bilim adamlarınız bu fenomeni bilmiyor. Bu gazlar çok tehlikelidir.
P: Bu anlattıklarınızın fotonlarla ilişkili bir yanı var mıdır?
L: Benim geldiğim sistemde, sizin ‘foton’ diye adlandırabileceğiniz bir kuşak vardır. Bu foton kuşağı Pleiades’de de bulunur. Bu kuşak aracılığıyla, onlarla bizim aramızda bilimsel görüş alışverişi yapılır. Bir organizma fotonlarla temas ettiğinde, esaslı bir değişime uğrar; hemen organik bozulma başlar. İşte, aynen, hücrede olduğu gibi; bir nebulada da atomların birikmesi sonucunda aşırı yüklenirse, patlama olur ve bulutlar evrenin her yanını sarar. Çok ağır oldukları için, hareketleri de çok yavaştır. Çok uzağa gidemezler ama yine de uzayda çok büyük uzaklıkları ağır ağır da olsa katederler. Bunların bazıları da, değişik zamanlarda Dünyanıza da gelmiştir. O zamanlar foton, ilkel düzeyde biliniyordu, birikim ve uzaklık hesapları yapılamıyordu ve hiçbir önlem de alınmıyordu. Şimdi siz de, bunca teknolojik ilerlemenize karşın, gerekli bilgilerden yoksun olduğunuz için, hala da hazır sayılmazsınız. Uzayınızı, dışarıdan gelecek tehlikeleri düşünmeden, yararsız çöplerle dolduruyorsunuz...
P: ‘Foton Kuşağı’ konusunu biraz daha açarmısın, LYA?
L: Bundan binlerce yıl önce, foton kuşağı; bizim sisetemimize tehlikeli olabilecek kadar yaklaştığında, atalarımız bunun zararlarının nasıl giderilebileceğini bilmiyordu. Bu kuşak tarafından çevrelenmiş bazı dünyalar, üzerlerindeki canlılarla birlikte yokoldular. Daha önceleri de, üzerinde canlılar bulunan dünyalar, fotonların geçişinden sonra, tüm hayatiyetlerini yitirerek, kısırlaştılar. Bu yüzden, bazı uygarlıklar kurtarılarak, başka yaşanabilir dünyalara yerleştirildiler. Ama bunlar gerçekleşmeden önce, atalarımız bu konuda bilgiden yoksun oldukları için, neler olup bittiğini bir türlü anlayamamışlardı. Foton Kuşağı, başka galaksilerdeki başka bulutların oluşturduğu tehlikeler kadar büyük olmasa da, evrenlerde varolduğunu bildiğimiz tehlikelerin en büyüklerinden biridir. O, yalnızca canlı hücrelerin enerjilerini emer. P: Buna benzer olan öteki tehlikeler nelerdir?
L: Başka enerji tipleri ise; uzayda, seyrek olarak rastladıkları gazlarla beslenirler. Bazıları ise, kendileri soğuk ve karanlık olmalarına karşın, ışıkla beslenirler. Bunlar genellikle saydam maddesel oluşumlardır; o kadar ki, zararsız sanılırlar. Onları hissedebilirsiniz ama göremezsiniz. Ne yazık ki, bazı sistemler şimdi sizinki de dahil, bir foton kuşağına yaklaşıyorlar. Henüz ona tehlikeli yakınlıkta değilsiniz ama şimdiden önlem alsanız iyi olur... bu tehlike, sadece dünyanızı değil, tüm güneş sisteminizi tehdit ediyor. Onun etkileri milyonlarca kilometre uzaklıktan bile duyulabilir. Buna ek olarak, gezegeninizin çevresindeki manyetik kuşak da geleceğiniz için en büyük tehlikelerden birini oluşturmaktadır: Ondört bin yıl kadar önce Dünyanız foton kuşağının içinden geçmişti. Uğranılan felaket büyüktü, fazla umut kalmamıştı; ancak, sürüngenler önceki kadar zarar görmediler. Çünkü, etki çok hafifti; yine de elementler açığa çıktı ve Dünya yörüngesel uyumunu yitirdi. Ancak, o zamanlar Dünya üzerinde şimdiki kadar çok insan yoktu. P: İnsanlara ne oldu?
L: (41 bin yıl önceki olayda) Dünya, daha Foton Kuşağına girmeden bile, okyanuslar büyük devinimlerle karıştı, kara kütleleri yerinden oynamıştı. Hayvanlar, molekülleri uyarıldığı için çok telefata uğradılar. İleri bir uygarlık, dünyayı gözleyerek bu tehlikeyi beklerken, bir yandan da okyanusun dibinde çok büyük bir fanus oluşturdu. Bildiğiniz gibi, hidrojen ve oksijen (ve dolayısıyla su) her türlü radyoaktiviteyi defeder. O ileri uygarlığın ileri gelenleri bunu biliyordu. O zamanki dünya nüfusu çok olmamasına rağmen, oluşturulan fanusun kapasitesi herkesi almaya yeterli değildi; bir seçim yaparak, koşullara uygun kişileri aşağı indirdiler. Antigenlerin etkisinin yaratacağı zarardan kaçınabilmek için, en az 10 yıl okyanusun derinliklerinde kalmaları gerektiğini hesaplamışlardı. Benim dünyamın bilimadamları da yardım için Dünya’ya gelmişti. Bizimkilerden bazları fanusu incelemek üzere aşağıya indi. İncelemeleri sonunda, bazı hayvanları seçtiler. Fanusun çok kalabalık olmaması için, memeli hayvanların çoğunun salgı bezleri durduruldu; bizim yöntemlerimizle yapıldığında, bunun hayvana hiç bir zararı olmamaktadır. Çünkü, türün devamı istendiğinde, salgı bezleri yeniden çalıştırılabiliyordu. Eğer bilim adamlarınız bunu bilseydi, doğum kontrolü için o kadar çok kimyasal madde kullanmazdınız.
L: Zamanınızdan binlerce yıl önce, şimdiki kıtalarınızın tümü tek bir kara parçası oluşturuyordu. Bunun üzerinde yaşayan uluslarda birbirine oldukça yakındılar. Ancak, bir gece, deniz, sizin ‘Atlantis’ dediğiniz kenti yutuverdi. Sulara bir gecede gömülen Atlantisliler oldukça bilgiliydi ama daha çok bilgilenerek Dünyaya ve hatta galaksinin bu köşesine egemen olmak gibi bir hırsları vardı. Atlantisliler köken olarak, güneş sisteminin, sizin Maldek dediğiniz üçüncü gezegeninden gelmişlerdi. Bugün orası ‘asteroid’ kuşağı olarak bilinir. O zamanlar Dünya, güneş sisteminin 4.cü gezegeniydi. Bu göçmen bilim adamları, bir kez Dünya’ya yerleşince; insanın kökenini araştırmaya başladılar. Bunun için, insan ve hayvan genleri arasında korkunç ve canavarca mütasyonlar ortaya çıkardılar, sadece genetik değil, klon yöntemini geliştirmek için de deneyler yaptılar. Bu deneylerde kullanılan insanların çocukları genetik mutasyona uğramış olarak doğdular; böylece, kendi kendilerine, tüm ulusu yok eden ve kontrol edilemeyen salgın hastalıklar türetmiş oldular. O zamanlarının büyük astronomi bilginleri, güneş sisteminizdeki her cismin hareketini tam olarak biliyorlardı. Antimadde silahını da kusursuz hale getirdiklerinde, bu silah yardımıyla, uzaysal objelerin yerelerini / yörüngelerini değiştirebilecek bir yol da keşfettiler. Yıldızlar, çok çok uzaklardan bile, uzay gemilerinin güç kaynağını oluşturabilecek bir enerji yayınlarlar. Atlantisliler elde ettikleri bunca güce karşın, bununla da yetinmeyerek; Maldek bilim adamlarının elde ettiğinden daha fazla güç kazanmak istediler. Bu hırsla, insanın ruhuna ve gezegenlerin, güneşlerin/yıldızların hareketini düzenleyen dinamiklere hükmetmek istediler. Bu hırsla geliştirdikleri bir silah, bir antinükleer reaktöre ve anti enerjiye sahipti. Böylece, aynı zamanda hem molekül parçalayıcı, hem manyetik denge bozucu, hem de güç nötralleştirici ve her çeşit enerjiye karşı alıcı gibi kullanılabiliyordu. Onunla, yaşamı ve hareketeleri kontrol edebiliyorlardı. Bu silaha ‘antimadde’ diye bir ad takmışlardı. Antimadde silahıyla, canlının psişik varlığını da darmadağın edebiliyorlardı. Bu silah Maldekliler’in elinde yoktu ve endişelerini yenemeyerek Dünya’ya geldiler; Atlantisliler’i bu projelerinden vazgeçirmeye çalıştılar ve barış içinde yaşamayı önerdiler. Atlantisliler, bu silahın onlara, gezegenlerarası bilim adamları arasında büyük bir güç ve ayrıcalık kazandırdığının farkına varmışlardı. Atlantisliler’in sürekli karşı koymaları üzerine; Dünyanın dengesini tehlikeye atma pahasına, silahı kendileri etkisiz hale getirmeye karar verdiler. Bu şekilde Maldek ile Dünya arasında bir yıl kadar süren savaşlar başladı. Maldekliler’e bazı ileri uygarlıkların güçleri de yardım ediyordu ve Atlantisliler’in durumu giderek güçleşmeye başlayınca Antimadde silahlarını kullanmaya karar verdiler. Maldek gezegeninin manyetik alanını kaybetmesine ve yakınındaki Mars’a çarpmasına neden olacak şekilde ayarladıkları silahlarını çalıştırdılar. Yörüngesinden çıkan Maldek çok enerji yitirdi. Bu enerji kaybından sonra Maldekli bilim adamları Dünyalıların saldırganlığını ve gücünü oluşturan silahı yoketmeye kesin olarak karar verdiler ve bir gece Atlantis’e yönelttikleri güçlü bir ışın ile kıtayı ikiye böldüler. O gece Atlantis sulara gömülmüştü. Gezegenin çeşitli yerlerinde büyük su baskınları, tufanlar görüldü. Dünyanın manyetik kutbu kayboldu; o zamandan beri de, olması gereken yerde değildir. Yekpare olan o kara kütlesi parçalara ayrılarak, iki büyük parça halinde iki yana (doğuya ve batıya) doğru hareket etmeye başladı. Bugün bile karalar, hareketlerini sürdürüyor; bu hareketlilik, o gece sulara gömülmüş bazı kara parçalarının yeniden su yüzüne çıkmasına neden olacak. Maldek ise, bir süre daha yörüngesel enerjisini yitirmeyi sürdürdü. Bu süre içinde Maldekliler, kendilerine sığınma hakkı tanıyan gezegenlere göçettiler. Sonunda Maldek gezegeni; Mars ve Jüpiter ve hatta Dünyanızla da çarpışmasını gerektiren bir yörüngeye girdi. Bu arada, adıgeçen yakın gezegenlere sürekli olarak göktaşları yağdırıyordu.
P: Bu çarpışmada, Atlantisliler’in o silahına ne oldu?
L: Evet, o kokunç silahda Atlantis’le birlikte sulara gömüldü ve halen; Florida açıklarında, Bimini dediğiniz adacıklar arasına rastlayan bölgede, denizin dibine gömülmüş büyük piramidin içinde duruyor. P: Hala okyanusun dibinde mi yani?
L: Evet, profesör; Yıldızlararası topluluk, şimdi eskisinden daha da endişeli. Çünkü, artık zayıflamış olmasına rağmen, eğer güneş ışınları tarafından aktive edilirse, Dünyanızda manyetik değişikliklere ve molekül bozulmalarına neden olabilir. Zaten, halen; durduğu yerde de bu korkuç silah korkunç etkilerini değişik şekillerde, hem de sık sık sergiliyor. Bu da bilim adamlarınızın dikkatini, o bölgede olup bitenlere çekiyor: O bölgede pusulalar, iletişim ve deniz trafiği sık sık aksıyor. Silah, okyanusun derinliklerinde ve dev bir piramidin içinde bulunmasına rağmen; hala, güneş enerjisi tarafından uyarılıp, aktive edildiği zaman, yaşam enerjisi algıladığında, enerji vorteksini (girdabını) harekete geçirmektedir. Ayrıca, çevresinde tepkime ile çalışan herhangi bir alet algıladığında, antimolekül alanının uyarıldığı kesindir. Kısacası, hala kullanılır durumda ve çok tehlikelidir. Sizin ona erişmeniz olanaksızdır; çünkü, gücü karşısında hemen yok olursunuz. Aslında onu ele geçirmek isteyen birçok yıldız toplumu var; ancak, Dünyanıza gelip araştırma ve analizler yaparak silahın yerini bulmaları ve onu oradan çıkarmaları için gereken izin, üstün uygarlıklar tarafından onlara verilmiyor. Ne onlar, ne de siz, antienerjiyi ve antimaddeyi kontrol altında tutacak ve onu etkisizleştirebilecek bilgiye sahipsiniz. Bu bilgi sadece üstün uygarlıklarda var. P: Bunu siz başarabilir misiniz, LYA?
L: Tabii, profesör; unutmayın ki, biz bir bilim ve keşif grubuyuz. Ancak, bu, dünyanızı antimadde güçlerine maruz bırakır. Biz ise yaşama saygıyı esas alırız. Sadece maddesel değil, ruhsal ve enerjisel yaşama da... Bizim ilkemiz, canlı türlerini yaşatmaya ve geliştirmeye çalışmaktır.
P: Biz bir gün bu silahı kontrol etmeyi başarabilecek miyiz?
L: Bu koşullar altında, hayır. Şu andaki bilgileriniz, daha uzayda yolunuzu bulmak için gerekli olan hiper-uzay ilkelerini bile anlamaya yeterli değildir. Uzayın ve onun derinliklerinin içerdiği bilgileri anlamak için, milyonlarca saatlik uzay araştırmalarında bulunmanız gerekiyor. Tüm bunlardan dolayı ve kısacası; bu silahı, beşeriyetin korkunç genetik zararlara uğramayacak bir biçimde kontrol ederek yüzeye çıkaracak yeterli bilgiye henüz sahip değilsiniz. Onu, bir şekilde yüzeye çıkarsanız, yüzlerce km. uzaklıklarda bulunan kentler bile bir anda yok olabilir ve dünyanızın manyetik alanı kuvvetli bir değişime uğrar. Daha önce de belirttiğim gibi, birçok kozmik uygarlık onun yerini biliyor ve yakında siz de öğreneceksiniz; bilim adamlarınız onun bulunduğu yere gitmeye çalışacak. Ama içlerinden hiç biri, bu silahın aslında ne olduğunu ve nereden kaynaklandığını bilmiyor. Bu, uzaya yöneltilmiş antimanyetik alandan geçen birçok gemi rotasını şaşırıyor; bu da birçok kazaya yol açıyor.
P: LYA, gerçekten de ABD’li bilim adamları bu silahı farkettiler mi?
L: Tabii, söylediğim gibi, birçok bilimadamı bu bölgede olup bitenlerden endişe duyuyor. Dünyanızın, orada ne olduğunu öğrenmeye hakkı olduğunu biliyoruz; ancak, bu silahın varlığını öğrenmeden önce, toplumunuzun daha barışsever olması gerektiğine de inanıyoruz. Öyle ki, barış içinde yaşama ve bu silahı asla başka bir uygarlığa karşı kullanmama fikrini kabul etsinler. Ama zaman çok azaldı. Hatta şimdiden, yeterli zaman olmadığını söyleyebiliriz. Geri ırklar; bu isyancı, hırslı ve ihtiyatsız toplumlar, onu ne pahasına olursa olsun alırlar. Bugün Dünyadaki kuşaklar daha saldırgan karşılaşmalara doğru ilerliyorlar. Bizim Dünyamızda ve birçok başka Dünyada ise, çocuklar canlı olmanın bilincine varacak şekilde eğitiliyorlar, zekalarını bu yönde geliştiriyorlar; çünkü, birgün gezegen onların olacak. Biraz daha büyüdüklerinde de en yüksek nitelikleri, erdemleri kazanmak ve daha üst zeka düzeylerine erişmek için çalışırlar. Ama, ne yazık ki, sizin gezegeninizin çocukları, bugünden yarına şiddet içinde yaşıyorlar. Tüm o iletişim araçlarınız onlara, bir ülkenin ötekisiyle savaştığını gösteriyor. Çocuklarınız, bu savaşların niye yapıldığını bile bilmiyor. Bu olayların sürekliliği, onları da saldırganlığa itiyor. Yaşama saygı göstermiyorsunuz; sevginiz ise, koşullara göre değişiyor hemen. Oysa, sevgi; insanlara saygı duyabilmek için gelişmesi gereken bir duygudur ve insan saygısının başlangıcıdır. Böyle insani değerler artık yok ve çocuklara gösterilen dünya ise; şiddet, nefret, kin, hırs ve cehaletle dolu. Birbiriyle uyuşamayan güçlü ve mağrur toplumlar, barışın ancak savaşla elde edilebileceğini göstermeye çalışıyor. Dejenere olmuş bir dünyada böylesine aykırı koşullardan başka ne gelişebilir ki !
L: Şu anda elde ettiğiniz şeylerin tadını çıkaracak kadar bile uzun yaşamanın sırrını keşfetmediğiniz halde; gezegenin gücünü elde etmeye çalışıyorsunuz. Çünkü, çok küçük hedeflere sahipsiniz. Size, uygarlığınızı tehdit eden bu tehlikeleri anlatmamak, susmak, size ihanet olurdu profesör; bu, geçmişinizden size kalan, ancak bilemediğiniz korkunç bir miras... Ne yazık ki başka bir miras da, bu denli kısa yaşamanıza neden olan, genetik bozulmadır. Göreviniz, profesör; beşeri zihinlere, bilgi tohumları ekmektir. Bunu yaparsanız, bu tohumlar, en azından bazı zihinlerde yeşerecektir. Dünya insanı, çevresindeki tüm yaşam türlerine saygı duymayı öğreneceği bilimsel ve etik düzeye erişinceye dek, dünyanızda barış öncelik olmalıdır.