Tayy-ı Mekan – Bast-ı Zaman Hadisesi Işığında Foton Kuşağı
Tayy-ı Mekan – Bast-ı Zaman Hadisesi Işığında Foton Kuşağı
Bast-ı zaman: “zamanın genişlemesi, bereketlenmesi”,“az zamanda uzun bir zaman yaşamış olma hâli”
Tayy-ı mekân: “Mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmek.”
Atalarımızdan nesillerimize kadar intikal eden ve birçoğumuzun bildiği veya belki de artık yeni nesillerce unutulmaya yüz tutan ve para/altın için söylenen “Sayma! Bereketi kaçar” sözünü duymuşsunuzdur. 1400 yıldır Allahü Teâlâ’nın bir hikmeti ile Peygamber Efendimizde (sav) görülen mucizeler, O’nun varisleri olan ve verese/nakil yoluyla elden ele evliyaya (veliler) geçen ledün ilmiyle zuhur eden kerametler şahit olanlarıyla her dönemde kayıt altına alınmış ve bugünlere kadar bizlere ulaşmıştır. Burada belki yanılmış olma ihtimalimi de şerh ederek acizane bir tespitimi sizlerle paylaşmak isterim, tabiî ki sonucunu foton kuşağı ihtimaline bağlayarak.
Birçoklarımız duymuştur, Üsküdar’da kabri bulunan Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerini. Şu aralar O’nun sohbetlerini içeren bir ilim kitabını okurken Gavsül Azam Abdülkadir Geylani Hazretlerinin şu kerametine bahis konusunda yer verdiğini gördüm. Özetle: Sıddık makamından bir zat bir Padişah (bir emir, yönetici) ile Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ve ulemanın (alimlerin) sohbet ettiği bir sırada saraya geliyor ve diyor ki: “Ben Peygamber Efendimizin (sav) miracına muhakkak inanıyorum ancak nasıl olduğunu anlayıp şahit olmak istiyorum”. Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Hazretleri içinde su olan bir leğen getirilmesini istiyor ve bu kişiye “ister istinkaf et ister ayaklarını sok içine” diyor. O sıddık kişi ayaklarını leğene sokar sokmaz aniden gaib (gayb-kayıp) oluyor ve kendisini bir ırmağın içinde bularak kıyıya çıkıyor. Biraz yürüyünce bir şehre vararak bir aşçı kocasıyla karşılaşıyor, aşçı ona açsındır diyerek yemek yediriyor ve o sıddık kişi zamanla oraya yerleşiyor, evlendiriyorlar ve bir oğlu da oluyor. Aradan yedi yıl geçtikten sonra o çıktığı ırmağı merak edip tekrar geliyor ve ırmağa girdiği anda tekrar leğenin içinde kendini buluyor. Leğene ayaklarını soktuğu anda orada kimler hazırsa aynı kişiler orada tekrar hazırlar, meğerse çok kısa bir süre geçmiş. Abdülkadir Geylani Hazretleri gördüklerini ve yaşadıklarını anlat deyince. O sıddık kişi vardığı şehri anlatıyor, Padişah ve adamları “o şehri biliriz ünlü bir şehirdir” diyorlar, o aşçı kocasını anlatıyor “onu da biliriz o kişinin ünü buralara kadar gelmiştir” diyorlar ve padişah adamlarına emrediyor o şehre giderek karısını ve oğlunu getiriyorlar, oğlu babasını görünce büyük bir sevinçle ona doğru koşuyor…
Bu bastı zaman hadisesinde bir beldede bir saniye veya bir dakikalık zaman geçişine rağmen başka bir belde de yedi sene yaşanmış olabileceği kerametle gösterilerek Peygamber Efendimizin (sav) daha yatağı soğumadan nasıl Kudüs’e gitti (isra) ve nasıl göğe yükselerek (mirac) yedi kat semayı, cennet ve cehennemleri gezmiş olduğu o sıddık kişiye ve orada hazır bulunan padişah, adamları ve ulemaya dahi gösterilmiş oluyor. Altı parantez ben de ticaret lisesinde okurken 87 yılıydı sanırım, daktilo dersinden karnem zayıftı ikinci dönem ilk sınavım ise 1’di. Sınavda hazır bir kitapta her satıra 10 kelime düşecek şekilde metinler olur, seçilen metinden beş dakikada yazabildiklerimizi yazardık. Her bir vuruş hatası, yani yanlış karakter bir satırı, yani 10 kelimeyi götürürdü. 170 net kelime yazmış olan 10 puan alırdı. Ben ise 15 satır yani 150 kelime yazıp, 15 de hata yapınca 0’dan 1 almıştım. O sınav günü bir Ramazan günüydü ve ben de oruçluydum, arkadaşlarım ise niye oruç tuttun bugün demişlerdi bana. Ancak sınava girdikten sonra başladım verilen metni yazmaya, hata yapmamak için gayette ağır ve teenni ile yazıyordum, içimden de bu hızla bu beş dakikalık sürede işimiz bitti diyordum. Ama yazdıkça yazdım, yazdıkça yazdım süre bana beş değil yirmi dakika olarak işlemişti o gün. Sınav sonunda bayan hocamıza “hocam niye yirmi dakika tuttunuz” diye sormuştum, o ise “yoo! Hayır, beş dakika tuttum” demişti. Tam 240 kelime yazmış ve sadece 3 hata yapmıştım, neti 210 kelime edip 10 puanlık 170 netin çok üstündeydi ve hoca bir sonraki derste benim sınav kağıdımı sesi şaşkınlıktan titreyerek sınıfa ilan ediyordu. Bu da bir batı zaman hadisesiydi, yani zamanın genişlemesi.
Konuyla bağlantıyı kurmadan evvel tayy-ı mekan için de şunu söyleyeyim ki; yine bir çok evliya da bunun yaşanmış örnekleri olmasına karşın en önemli örneklerinden birisi de aynı zamanda bir alim olan Fatih Sultan Mehmed’in Ayasofya’da içinden Allah’a dua ederek “eğer ben Peygamber Efendimiz’in (sav) İstanbul’u fetihle müjdelediği komutan isem bana Kabe’yi göster deyip tekbir getirmesi ve ancak üçüncü tekbirinden sonra Kabe’yi karşısında ayan beyan görmesidir. Tayy-ı mekan aynı zamanda mekanları çok hızlı bir şekilde aşmayı ve diğer mekanlara ulaşmayı anlatır. Urfa’da yaşamış ve Harrani ismiyle meşhur büyük evliyanın bir adadan kurtarmaya gidip yanında getirdiği kişinin ifadesiyle “dağlar, yollar ayaklarımızın altında dürülüyordu” demesi gibi.
Bugün uzak mekanları yine Allahü Teâlâ’nın izni ve hikmeti ile gelişen teknolojik imkanlarla, uydu, televizyon gibi cihazlarla anında önümüzde görmekteyiz. Yine bunun gibi gelişen teknolojiyle dünyanın tamamında saniyesi saniyesine zamanı ölçmekteyiz. Bu teknoloji bir taraftan Allah’ın izni ve yazgısıyla gelişirken diğer taraftan kerametleri görülen o büyük evliyanın kerametlerini bu çağımızda duymaz şahit olmaz, şahit olanları da görmez, duymaz olduk. Hiçbir zaman teknolojik ilimlerim din ilimlerini (yani ledün ilmini) yakalayamayacağını duymuştum. Tabiî ki yakalayamaz, çünkü birisini gerçekleştirmek için bir cihaza ihtiyaç yok, Allah’ın büyük isimlerini zikir ve safileştirilmiş nefs ile Allah’dan bir lütuf var, diğerini gerçekleştirmek için ise yine Allah’dan bir lütuf ile cihaza, techizata ihtiyaç var. Yani bizim çağımızda teknolojik cihazlarla ölçmeye ve görmeye başladığımızdan beri işler değişti. Zamanı dünya çapında saymayı ve tüm dünyada aynı zamanda bu saymaları gördüğümüzden beri zamanın bereketi azaldı. Tüm dünyada parasal kayıtları elektronik ve dijital cihazlarla saydığımız için “Sayma! Bereketi azalır” sözü tarihe karıştı.
Foton kuşağına girişin 3 enerji alanından geçtiği ve bugün son alanda olup, 2011 veya 2012 yıllarında kuşağın içine gireceğimiz söyleniyor. Ayrıca Ruslar’da fotonu ve fotonlu teknolojileri ilk biz yakalayacağız diye gizli çalışmalar yapıyorlarmış galiba diğer büyük devletler gibi. Bir yandan bu teknolojik gelişmeler foton kuşağının ön evrelerine girmeye başlamamızla hızlı bir şekilde baş gösterdi. 1952′de fizikçi Winfried Otto Schumann tarafından keşfedilen Schumann rezonans frekansın 7,4 hertzlerde iken bugün 13 hertzlere çıkması ve 24 saatlik zaman dilimini 16 saat olarak hissetmemiz gelişen teknoloji ile zamanın bereketsizleşmesi arasında bir bağıntı kuruyor bana göre. Einstein’in zamanın göreceğili/izafiyet teorisini de tüm bu ledün ilmine sahip evliyanın kerametleri ve Schumann rezonans doğrultusunda değerlendirebiliriz.
Belki foton çağına girişle bu sefer başka bir şekilde bast-ı zaman ve tayy-ı mekan olayları yeni teknolojik techizatla olur. Yani örneğin tayy-ı mekan’ın ışınlanmanın keşfedilmesiyle gerçekleşmesi gibi. Belki de Kur’an’daki Ad kavmi böyle bir çağdan geçtiği için yüksek ve farklı teknolojiye sahipti ve bu kavim Ad-land (ad kavmi) olup bugün Atlantis diye anıyoruzdur. Yine dünyada kıyametle yüzleşecek son insan nesli böyle bir çağa rast gelecek. Muhakkak Sayın Admin’in bir yazısında okuduğum gibi 2012 ve foton kuşağı hikayeleri bir kıyamet senaryosu değil bana göre de. Ancak İngiltere’de 15. yüzyılda yaşamış Mother Shipton gibi kahinlerin kehanetlerini okuyunca insanlığı bu yüzyıllarda bir takım felaketlerin de bekleyebileceği akla geliyor. Kaldı ki, daha kuvvetle muhtemel uzaydan veya güneş sisteminin gireceği yeni boyutla açılan bir kara delikten gelebileceği söylenen Ye’cüc ve Me’cüc kavimlerinin dünyayı istilası belki insanlığın yaşayacağı en büyük felaketlerden biri olarak düşünülebilir. Eğer kıyamete çok yaklaştı isek insanoğlunda azgınlığın hat safhaya gelmiş olması, dinin unutulmuş olması gerekmekte, halbuki bugün hala dünyada Allah’a ve ahiret gününe inanan insanların sayısı oldukça yüksek. Belki foton kuşağı gibi bir kozmik etkiyle ve yaşanacak bir takım felaketler sonrası insanlık inancını hızla kaybedecek de, akabinde yeni teknolojik gelişmelerle de tamamiyle nefsperes ve hayvanlar gibi yaşamaya başlayarak sosyal ve içtimai hayatın tüm insani değerlerinin yok olmasından sonra kıyametin geleceğine ilişkin bir dönüm noktasına girecek olabiliriz.
Son olarak Nostradamus’un aslında beyitlerinden esinlenerek ve kilise korkusundan da kendi beyitlerini şifreleyerek kehanette bulunduğu, yani asıl kehanetlerinin kaynağı olan Muhyiddin Arabi Hazretlerinin Füsusul Hikem adlı eserinden ilginç bir yazıyı ilave edeyim. Bu yazı kıyametin gerçekleşmesine çok yakın zaman kala insanlığın ne halde olmuş olacağını da içermekte.
Şöyle ki;
…İnsan türünden yaratılan son kişi (Hz.Adem’in oğullarından) Şit (Peygamber)’in (as) izini takip eder ve Şit’in sırlarını taşır. Ondan sonra insan türünden kimse doğmaz. Bu nedenle o doğacak son çocuk olur. Kendisiyle birlikte kız kardeşi doğar. İlk doğan kız kardeşidir ve kendisi de, başı kız kardeşinin iki ayağı arasında olduğu halde doğar.
Bu çocuk Çin’de dünyaya gelecek ve Çince konuşacaktır. Bundan sonra erkek ve kadınlarda kısırlık başlar. Gebelikle sonuçlanmayan cinsel birleşmeler artar.
Son doğan çocuk, halkı Allah’a davet eder; ancak itaat eden kimse çıkmaz. Allah onu ve ona tabi olanların canlarını alınca geri kalanlar hayvanlar gibi olurlar. Helal ve haramı bilmezler. Akıl ve ilâhi kurallardan uzaklaşarak doğanın hükmüne uyarlar; nefslerinin şehvetleri ile meşgul olurken, kıyâmet onların üzerine kopar.
KAYNAK:
http://www.fotonkusagi.net